23 Temmuz 2016 Cumartesi

Tatlı Hayat - Stefano Benni

Kitabın adı: Tatlı Hayat

Tatlı Hayat - Stefano BenniYazarı: Stefano Benni

Çevirmen: Özge Parlak Temel

Yayınevi: Efil Yayınevi Yayınları 

Sayfa Sayısı: 248

Baskı Yılı: 2013

Merhabalar. :) Taşlama sanatının öncülerinden biri olan İtalyan yazar Stefano Benni’nin, okuduğum ilk kitabı olan Tatlı Hayat Margherita Dolcevita ile karşınızdayım. Son derece etkileyici, çok derin fikirler içeren ve bunu taşlamalar ve mizahla okuyucuya ileten, eğlendirici, düşündürücü ve bilinçlendirici bir kitaptı Tatlı Hayat.

Margherita, çok renkli bir hayal dünyasına sahip, 14 yaşında bir genç kız. Muhteşem ir çocukluk geçirmiş. Anne babası, 2 erkek kardeşi, büyükbabası ve tuhaf köpeği Pisolo ile birlikte, kırsal bir yerde orta halli, huzurlu, eğlenceli, güzel bir yaşam sürüyor. Ta ki bir gün, evlerinin yanındaki arsaya modern yapıda bir ev inşa edilene kadar.

Margherita’nın Küp Ev olarak adlandırdığı bu yeni inşayı yaptırıp buraya taşınan Del Bene ailesi çok zengin. Margherita’nın ailesi bu zengin komşularla tanışıp kaynaştıklarında, aile bireyleri yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Modern hayatın ipnozuna kapılıp git gide Del Bene’lere benziyorlar. Del Bene ailesi lüks yaşam uğruna doğayı hiçe sayan, tüm böcekleri katledip ağaçları kesen, çingene kamplarını yok edip ırkçı düşüncelere sahip, kendi rahatları upruna doğal olan her şeyi bozan, tuhaf bir aile. İnşa ettirdikleri Küp Evlerinde çok üst düzey teknolojiler kullanıp ve yapay oksijen ve suni bitki gibi şeyler yaptırıyorlar ve bunu yaparken de doğayı hiçe sayıyor, hipnoz edici modern hayat unsurlarını çevrelerine de yayıyorlar.

Yazarımız Stefano Beni, olayları Margherita’nın anlatımı ile aktarıyor bizlere. Doğayı nasıl katlettiğimizi, önüne geçmediğimiz sürece her geçen gün kötüye gittiğini, savaşların düşünce yapısını ve tüm bunların, bizlerin nasıl hipnotize edilerek gerçekleştiğini aktarıyor. Mizahi unsurlarla arada güldürüyor da. Ve muhteşem betimlemeler yapıyor. Buna örnek bir cümle yazmak istiyorum 11. sayfadan: ‘’…saçları çok seyrektir, bu durumu da taşıma yöntemiyle gizlemeye çalışır. Bunun için sol kulağı yakınlarında yaşayan iki bin saç telini silah altına almış ve onları sağ yarım küredeki ıssız çöle göç etmeye zorlamıştır. Böylece, kafatasına aşırı dozda briyantinle yapıştırdığı kıldan bir eşarp elde etmiştir. ‘’ :)

Yani kısacası, ben çok etkilendim bu kitaptan. Okuyan herkese yeni bakış açıları kazandırıp önemli farkındalıklar katacağını düşünüyorum ve bir an önce okumanızı tavsiye ediyorum. Çeviri de gerçekten başarılı ve akıcı. Bazı kitaplardaki gibi zorlama bir çeviri değil, espriler bile öyle güzel uyarlanmış ki Türkçemize..

Şimdi, kitabı daha iyi anlatabilmek için önsözden birkaç alıntı yaptıktan sonra altını çizdiğim cümlelere geçeceğim…

‘’Margherita’nın fantastik dünyasından yola çıkan yazar, insanoğlunun materyalist tutkuları ve aşırı tüketime olan eğilimi sonucu toplumda iyiden yiyiye belirginleşen yozlaşmayı ve gderek daha da ciddi boyutlara ulaşan doğadaki bozulmayı gözler önüne seriyor. ‘’

‘’günümüzde yaptığı söyleşilerde kendini önce mizah ustası, daha sonra yazar olarak hissettiğini belirten Beni, taşlama edebiyatının zamana karşı dayanıklı olduğunu, bu yöntemle geçmişte yaşanan korkunç olayları resmi bir arşivden çok daha iyi bir şekilde insanlara aktarabildiğini vurgulamaktadır.’’



ayrac
---altını çizdiklerim---

Hayatım sürprizler ve merakla, ışık ve karanlıkla dolu olsa da kendimi yapayalnız hissediyordum, tıpkı sadece çocukken hissedildiği gibi korkunç bir şekilde yapayalnız. Aynı zamanda ertesi gün bir kraliçe olarak uyanacağımın umudunu da taşıyordum. (sf 8)

Okula gitmek için erken kalktığım her sabah içimden, birileri tüm bunların bedelini ödeyecek, diye geçiriyordum. (sf 19)

Gerçekten şimdi düşünüyorum da, izlediğimiz tüm filmleri, televizyon yayınlarını ve çocuk oyunlarını bizi güldürmek ve neşelendirmek için yapıyorlar. Zaten ancak bu sayede sonraki bölümleri takip ediyor ya da o programlarla ilgili bize pazarladıkları tüm zımbırtıları satın alıyoruz. (sf 21)

Sadece uyuduğumuz zaman hepiz eşitiz, her birimiz renkli girdaptaki çaresiz düş gezginleriyiz. Ne düşlediğimizin bir önemi yok, yoksa hepimiz çoktan hapishaneyi boylardık. İşte bu yüzden’’çok kızgın uyandım’’ demek doğru değildir, çünkü gerçekte önce uyanmışsındır, sonra bir iki saniye içinde  zihninde seni sinirlendirecek sebepler üretmişsindir. (sf41)

Del Bene’ler çağımızın bakteriyolojik silahıyla bizi ele geçirmeye çalışıyorlardı. Bezginlik. Yaşamayı beklemek yaşamın kendisinden daha az yorucu diye düşünmemize neden olan da zaten aynı silah. (sf 92)

Ben, zekanın, özgürlük arayışının, Eros’un ve dans salonlarının sonsuza dek var olacağına inanıyorum. Ancak, ‘umut’ sözcüğünü artık telaffuz etmek bile istemiyorum. (sf 164)

İşte sanat böyle bir şey. Seni diri diri yiyip bitirmek isteyen rutinden olabildiğince kaçmak..(sf 174)