31 Temmuz 2016 Pazar

AFİLİ EMRAH'IN AFİLİ HİKAYELERİ...

Temmuz 31, 2016
Erken kaybedenler... Emrah Serbes'in 8 farklı hikayeyi bir araya topladığı, 'kendini kandırmacayı en iyi oyun belleyenlere, silgisini  koparıp veren Esralara aşık olmaya karar verenlere, sürekli kovanı mı kamyonunu mu yanına alacaksın seçimine zorlanan veletlere, torunlarında göçüp giden Rüstem Beylerinin yansımasını gören anneannelere, görmezden gelinen tüm ahaliye' hediye ettiği kitabı.

Bir solukta rahatlıkla okuyabileceğiniz, her hikayede altını çizip aklınıza kazıyacağınız olaylar barındıran bir kitap Erken Kaybedenler. Okuduğumda her bir sayfada hem istemsizce gülümsediğim hem de istemsizce hüzünlenip' ulan böyle hayatın ben' dediğim bir kitap.

Abisi şehit düşen küçük bir çocuğun üniversite öğrencisi üst komşusuyla arasında geçen intikam, nefret dolu  ve sonunda büyük bir sevgiye dönüşen hikayesinin anlatıldığı bölüm benim en dikkatimi çeken yerdir. Küçük Faşo olarak tabir ettiğimiz arkadaşımız terörist dediği üst komşusuyla bir gün bir protestoya katılır ve efsane olmuş şu cümleler çıkar ağzından: 'Polisler grubu çembere alıp ellerindeki biber gazlarını sıkmaya başlayınca herkesin gözleri doldu. Öne çıktım, Göz yaşartıcı sıkmanıza gerek yok, dedim. Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar.'

Velhasıl kelam, üslup, konu bakımından son derece güzel, birkaç saat içinde bitirilebilecek bir kitap. Naçizane bir puan verecek olursam 10 üzerinden 10 u hakeder :) Son olarak yazımı 'Bu hain,aşağılık dünyanın gururla gülümseyebilenlerine ne mutlu! Ne mutlu aşkları yüzünden haysiyetlerini kaybetmeyi göze alabilen adamlara!' diyerek bitiriyorum.Hepinize iyi okumalar..

YAREN. 31.07.2016erken-kaybedenler-kapak-emrah-serbeş

30 Temmuz 2016 Cumartesi

DELİ KADIN HİKAYELERİ - MİNE SÖĞÜT

Temmuz 30, 2016

deli_kadin_hikayeleri_mine_sogut_kitap_yorumuKİTABIN ADI: DELİ KADIN HİKAYELERİ  


YAZARI: MİNE SÖĞÜT

SAYFA SAYISI: 172

YAYIN: YAPI KREDİ YAYINLARI

RESİMLER: BAHADIR BARUTER

NAÇİZANE PUANIM: 7.8/10

 

-ARKA KAPAK-



''Aklın kıyısında gezinen. kadınlıklarını bir lanet gibi sırtlarında taşıyan, hepsi 'kaybetmeye' yazgılı, içe işleyen yalnızlıklarıyla kalp burkan hayatlar, varoluş kabusları...''

''Kalemini zehire, kana, cinnete, ölüme ve hayata aynı lezzetle batıran Mine Söğüt'ten unutulmayacak yirmi bir delilik hikayesi...''



Deli Kadın Hikayeleri'nde her bir hikaye okuyucusuna çok farklı hisler yaşatıyor. Bu hikayeler, kendi karanlığında boğulmuş, sahip olduğu hiçbir şeyden tat alamayan, ruhlarını kaybetmiş kadınların hikayelerinden oluşuyor.


Bir hikayede yaşlı bir kadın, geçmişe olan özlemini ve artık geri dönüşü olmayan eski günleri hatırlarken yada annesi intihar etmiş bir kızın gözünden adım adım annesinin intihara meyil eden zihninin derinliklerinde kayboluyorsunuz ve ister istemez kitap bu karanlığı size de bulaştırıyor.


Her hikaye ortalama 5-10 sayfa kadar. Başladığınız hikayeye alışmaya çalışırken, son birkaç paragrafta hikayedeki kadınla özdeşleşmeye başlıyorsunuz ve ardından hikayenin sonuna geliyorsunuz. Hikaye sona erdiğinde ise karakterin hikayesinin oldukça kısa bir şekilde anlatılmış olmasına rağmen, aranızda oluşan derin bağa bir hayli şaşırıyorsunuz.


Karakterlerin yaşadığı acılar her ne kadarda sizin yaşantınızla alakasız gibi görünse de, hikayelerde anlatılmış tüm acıları yüreğinizde hissediyorsunuz. Bunda, hikayelerin yaratıcı olmasının yanı sıra Mine Söğüt'ün kaleminin muazzam tutarlılığının etkili olduğunu söyleyebiliriz.


Kitapta hikayelerin aralarında karşınıza çıkan resimler hikayeleri destekleyici tarzda çizilmiş. Bu resimlerin insanı melankolik bir ruh haline soktuğunu ve derin düşüncelere teşvik ettiğini de söylememiz gerekiyor.


 ayrac2


~ içinden...


''Hani derler ya insan ölürken hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş, yok çocuğum, yalan. Ben ölüyorum ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden filan geçmeyecek. Hissediyorum. Ben unutmak istiyorum doktorcuğum. Eskiden olan her şeyi unutmak. İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki? Je veux seulement oublier... Ah doktorcuğum o şarkıyı alırken içimden çok dikkat et çok güzel bir cümle vardır, o düşmesin: Vie qui veut me tuer, beni öldürmek isteyen hayat, c'est magnifique, muhteşemdir. Hayat bu kadar muhteşem olmasaydı çocuğum, o şarkıları söyleyecek , o şarkıları melodi melodi ezberleyecek şevki nasıl bulabilirdik, değil mi ya!''


ayrac


Son olarak, Deli Kadın Hikayeleri'ni okumak isteyen sevgili okuyucularımıza şunları söylemek istiyorum;


Kitabı bitirdiğinizde bambaşka bir bakış açısına sahip olacağınızı söyleyebilirim. Bir kadını anlamanın imkansız olduğunu söyleyenler, kadının her zaman mutsuz olduğunu, kötülüğün onun ruhunda olduğunu söyleyenler var. Fakat hiç düşündük mü, kadın ya o hayalini kurduğunuz kadın olmak istemiyorsa? Kadın ya anne veya eş olmak istemiyorsa? Kadın ya yaşlandığında yeniden genç ve güzel bir kadın olmak istiyorsa? Kadın ya kedilerle doyasıya konuşmak istiyorsa? Kadın ya dilediğince 'KADIN' olmak istiyorsa?


Bu kitabı okuduğunuzda bu mevzularla derinden ilişkili olacaksınız.


İyi okumalar.


30.07.2016


Nihan Polat


29 Temmuz 2016 Cuma

Acı Çikolata-Lesley Lokko

Temmuz 29, 2016
aci-cikolata-kitap-yorumlariKitabın Adı: Acı Çikolata

Yazarı: Lesley Lokko

Çevirmen: Merve Duygun

Sayfa Sayısı: 528

Yayınevi: İnkılap Yayınevi

3 kızın maceralarla, aşklarla, zorluklar, mücadeleler ve hayata dair birçok şeyle dolu muhteşem hikayeleri çerçevesinde gelişen sürükleyici bir kitap. Hemen konusundan bahsetmek istiyorum.

Laure, büyükannesi ve kardeş gibi birlikte büyüdüğü hizmetkar Ameline ile yaşıyor. Laure’nin annesi yıllar önce bir siyahiden hamile kaldığı için dışlanıyor ve evden uzaklaşıyor ve yaşadıkları Haiti’den ayrılarak sefil bir yaşam sürüyor. Kızı Laure’yi annesine bırakıp gidiyor yani. Laure’yi de o büyütüyor Haiti’de. Fakat 17 yaşına geldiğinde, Laure de hiç görmediği annesi ile aynı kaderin başlangıcını yaşıyor; siyahi bir askere aşık olup ondan hamile kalıyor. Ve bu ilişkisi bir hayal kırıklığıyla son buluyor. Laure’nin büyükannesi bu hamileliğini öğrendiğinde, bunu kabullenemiyor ve annesi Belle’nin yanına gönderiyor onu. Fakat Laure burada hiç ummadığı şeyler yaşıyor, tahmin bile edemeyeceği şeyler yapmaya zorlanıyor.. ama aşkı da buluyor. kalbi de kırılıyor çok. Hayatta kalmak için öyle çok şeyin üstesinden geliyor ve yıkılmıyor ki, okurken ona hayran kalıyorsunuz…

Bir diğer ana karakterimiz, Ameline. Laure ile birlikte büyümüş, ailesi olmayan bir kız. Evin hizmetçisi ile kızı olma arasında bir yerde.. laure ile çok yakınlar. Hamilelik üzerine evden gitmesi Ameline’i çok üzüyor; Lulu’su olmadan her şey çok anlamsız geliyor. Fakat bir gün o da cesaret ederek yıllardır bağlı olduğu ve büyüdüğü o evi terk ederek bir otelde oda hizmetçisi olarak çalışmaya başlıyor. Hayat Ameline’yi de hiç ummadığı yerlere sürüklüyor ve tahmin edemeyeceği şeyler yaşıyor. Kendinden yaş olarak çok büyük bir adamla bir araya geliyor, daha önce hiç gitmediği yerlere gidip tatmadığı duygular hissediyor; fakat hiçbir şey, kardeşi sayılan Laura’nın özleminin önüne geçemiyor…

Ve diğer ana karakterimiz de Melanie. Annesi ve babası ayrı, babası lesley-lokko-aci-cikolata-kitapbir rock yıldızı ve kendinden çok küçük kızlarla birçok evlilik yapan çok ünlü biri. Annesi ise 2 umutsuz evlilik yaşamış bir kadın. Melanie, annesinin yeni kocasıyla arasında geçen yakınlaşmalar dolayısıyla babasının sekreterinin yanına taşınıyor bir süre. Orada, kendinden yaşça çok büyük , çok zengin bir uyuşturucu satıcısına aşık oluyor , onunla birlikte yaşamaya başlıyor fakat hayal kırıklıkları içinde ilişkisi son buluyor… ardından o da aşkı buluyor ve yepyeni bir yaşama yeken açarak hayatını daha güzel yaşamaya çalışıyor.

Bu 3 kız da mutlu olmak isteyen, ama hayat koşullarının bunu çoğu zaman engellediği, güçlü karakterler. Sadakatsizlikleri, aşkı, hayatta kalmak ve para kazanabilmek uğruna neler yapılabileceğini, doğru görünen bütün seçimlerin aslında yanlış olabileceğini görüyoruz bu kitapta. Ben bol bol boş vaktim olduğu için bir oturuşta saatlerce okudum kitabı. Ve sanırım bu yüzden, birçok yerde sıkıldığımı hissettim. Ama yine de ne olacağını çok merak ettiren, bu 3 kızın ilerideki tesadüfleri ve ortaya çıkan gerçeklerin çok ettiği, dizi tadında bir kitaptı. Birçok yerde, bir iki saniye başımı kaldırıp içimden bazı karakterlere sövdüğümü, niye öyle yaptın al işte gör şimdi neler olacak tarzı cümleler kurduğumu hatırlıyorum. :) okumanızı şiddetle tavsiye edebileceğim bir kitap değil. Ama entrikalarla dolu, sürükleyici, aklınızı meşgul edebilecek bir kitap arıyorsanız size göre olabilir. Fakat bana çok bir şey kattığını söyleyemeyeceğim.. .

28 Temmuz 2016 Perşembe

Gül Limanı Oteli-Debbie Macomber

Temmuz 28, 2016

rsz_gul-limani-oteli-kitap-yorumlariKitabın Adı: Gül Limanı oteli


Yazarı: Debbie Macomber


Çevirmen: Filiz Karaman


Yayınevi: Epsilon Yayınları


Sayfa sayısı: 380


Merhabalar, yine bir Debbie Macomber kitabı okudum. :) Yeni bir serinin ilk kitabı: Gül Limanı Oteli. Sürükleyici ve mera ettiren bir kurgusu var; ne olacağını görmeden kitabı bırakamıyorsunuz elinizden.


Konudan bahsedeyim. Joe Marie, kocasını kaybetmiş acılı bir kadın. Hayatında yeni bir başlangıç yapmak istiyor ve çareyi, yüksek kariyerine rağmen bankacılığı bırakarak bir ailenin işlettiği oteli satın alıyor, ismini de değiştirerek Gül Limanı Oteli koyuyor. Henüz işlerini tam olarak bitirmeden, kısa zamanda 2 müşteri geliyor oteline. Kitap boyunca da Jo Marie ve iki müşterinin hayatlarını kesitler halinde okuyoruz; benim çok sevdiğim, klasik bir Debbie Macomber anlatımı yani.:)


Müşterileden Josh, üvey babasının ölmek üzere olduğunu öğrendiği için geliyor kasabaya. Fakat üvey babasıyla hiç anlamamış, onun tarafından evden kovulmuştur yıllar önce. Diğer müşteri Abby ise, yıllar önce yaşadığı korkunç bir olay nedeniyle ayrılmış kasabadan. Şimdi de abisinin düğünü için geliyor ve yüzleşemediği birçok şeyle yüzleşiyor.


Debbie Macomber'ın okuduğum hiçbir kitabı sıkıcı ve sıradan değildi. Ama Gül Limanı Otelinde çok az karakter oluşu ve olayları da önceden tahmin edebiliyor oluşumuz, diğer kitaplar kadar etkileyici olmagul-limani-oteli-kitap-yorumudığını gösteriyor bence. Hatta bu serinin bir sonraki kitabında neler olabileceğini bile kesin bir şekilde tahmin edebilirsiniz. Dizi senaryosu gibi olmuş, sonraki bölümde kimin kime aşık olacağını biliyorsunuz.


Debbie Macomber'ın diğer kitaplarını bayılarak okuyanlar, bu kitapta birazcık hayal kırıklığına uğrayabilirler. Ben Küçük Mucizeler Dükkanı serisinin bir okuru olarak, onun kurgusuyla Gül Limanı Oteli'nin kurgusunu karşılaştıracak olursam,Gül Limanı Oteli çok çok gerilerde kalacaktır.


   Eğer benim gibi bu yazarın hayranıysanız ve kötü de olsa okumak istiyorum diyorsanız, heyecanlı ve sürükleyici ama çok zayıf bir kurguyla, çok az karakterle ve gerçeklikten çok çok uzak, biraz yavaş gelişen olaylarla karşılaşacaksınız. İyi okumalar...

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Kelebeğin Hayat Sırları-Nil Karaibrahimgil

Temmuz 27, 2016
kelebegin-hayat-sirlari-kitap-yorumuKitabın adı: Kelebeğin Hayat Sırları

Yazarı: Nil Karaibrahimgil

Yayınevi: Doğan Novus

Sayfa Sayısı: 296

Baskı Yılı: 2015

İşte sonunda okudum! dediğim kitaplardan biriydi Kelebeğin Hayat Sırları, ve yorumlarımla karşınızdayım :) Çok merak ettiğim bir kitaptı; arka kapak yazısı çok etkileyiciydi. Tahmin ettiğiniz üzere, köşe yazılarından oluşan bir kitap. Köşe yazılarından oluşan kitapları seviyorum; daha önce Elif Şafak'ın Şemspare ve Firarperest kitaplarını okumuştum bu şekilde. 

ayrac

Her neyse, gelelim kitabı nasıl bulduğuma. Öncelikle şunu söylemeliyim ki Nil Karaibrahimgil'i çok fazla tanımıyordum, bu kitapla birlikte tanımış oldum. Ne kadar eğitimli ve kültürlü, hayatla ilgili ne kadar çok birikime ve pozitif çıkarımlara sahip oldugunu, nr kadar bilinçli olduğunu bilmiyordum.

  Her biri 2 sayfayı geçmeyen bu köşe yazıları çoğunlukla hayata dair öneriler, çıkarımlar içeriyor. Teknolojinin esiri oluşumuzu da sık sık eleştiriyor Nil. Her bir yazıdan birçok şey öğreniyor, birçok gerçeğin farkına varıyorsunuz. Umudu ve hayat enerjisini öğreten, insanı depresyondan çekip alabilecek bir kitap, Kelebeğin Hayat Sırları... Bir oturuşta okunması gereken bir kitap olduğunu düşünmüyorum; fırsat buldukça ya da okuduğunuz romandan/çalıştığınız dersten biraz kafanızı kaldırdığınızda birkaç yazıyı okumak daha keyifli olur bence.

  Altını çizecek birçok cümle bulacağınıza eminim... Okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

ayrac

---Altını Çizdiklerim---

Kendinle sosyalleş. Yoksa unutursun nasıl biri olduğunu. Hayatın sana başkaları tarafından yansıtılmayan bir aslı var. Onu dinle, deniz kabuğu dinler gibi. Yalnızlığını kimseye verme. Yalnızlığın hariç her şeyi paylaş. (sf 13)

Hayat, şu an olduğu gibi devam etmeyecek. Tıpkı bir lunapark treni gibi, indiği gibi çıkacak. Göreceksiniz. Her şeye yeniden, en tepeden bakacaksınız. (sf 66)

Hayalleri olan insanların, kendi yollarına vuran, ışığı far gibi yanan gözleri oluyor. (sf 79)

İnsan, kadın ya da erkek, neden kaygıların yalancı küresini hayallerinin kelebeğine yeğler? (sf 79)

Bugüne geçici, yarına kalıcı gözüyle bakarsam yan ılmış olurum. En büyük illüzyon olan zamana kanmış olurum. Ertelemiş, bekleyip durmuş olurum. Zamanın oyununa gelmeyenler bilirler. Yarın bugündür. Yaşadığın  her şey de şu andır. Biri çıksa dese ki,  'Filancalar hayal etmiştim, falancaymış meğer.' ona derim ki, 'Filancaları hayal ettiğin yol nasıldı peki? Ona bak sen. ' (sf 105)

Sadece yola devam edenler gidecekleri yere ulaşıyor. (sf 107)

Herkesin, anne babası dahil, gölge edenlerden kurtulup, güneşin altında kendine bakma ve bunu gösterme hakkı var. (sf 112)

Değişmek çok güzeli çünkü değiştiğinde oynayıp durmaya mahkum olduğun rolün dışına çıkabiliyorsun. (sf 126)

Zamanını nasıl kullanıyorsun? Bir gün, size de, elinizden kaçıveren bir uçan balon gibi gelmiyor mu? O rengarenk şey, gökyüzünde kaybolup gidiyor, akşam oluyor hemen. Onu evcilleştirmek gerek. Üstelik dikkatimizi dağıtan binlerce şeyin, sesin, mesajın, mail'in, endişenin, hızın içinde 'Saatleri Ayarlama Enstitümüzü' kurmamız gerek. Zamanı nasıl kullandığın, oluyor sana ömrünü nasıl geçirdiğin. (sf 145)

Kendine güven üç malzemeden yapılıyor: Risk alma, kaybetme ve buna rağmen ısrar etme. (sf 147)

26 Temmuz 2016 Salı

La Cucina Aşk Mutfağı - Lily Prior

Temmuz 26, 2016
Kitabın Adı: La Cucina Aşk Mutfağı
rsz_la-cucina-ask-mutfagi-kitap-yorumlari
Yazarı: Lily Prior

Çevirmen: Solmaz Kamuran

Sayfa Sayısı: 262        

Yanınevi: İnkılap

La Cucina Aşk Mutfağı, kapağının güzelliğine kapılarak elime aldığım ve konusu da hoşuma gidince okumadan edemediğim kitaplardan biri. Fakat sonuç ne derseniz: hem kapağı hem de konusu çekici olmasına rağmen içeriğini beğenmediğim nadir kitaplardan biriydi...Bu arada yazarımız Lily Prior 2 yıl İstanbul'da yaşamış ve Türkçe biliyormuş. Aşk mutfağı, ilk kitabı. 

Kitabın konusu şöyle: Baş karakterimiz Rosa, ailesiyle birlikte bir çiftlikte yaşıyor. Yemek pişirmeyi çok seviyor ve bu konuda olağanüstü yeteneklere sahip. Ne zaman sinirlense ya da üzülse, yemek yapmak ona iyi geliyor. Aşık olduğu erkek hayatını kaybedince Rosa kendini daha çok yemek pişirmeye adayarak acısını unutmaya çalışıyor. Ama bir süre sonra annesiyle tartışmalar yaşıyor. Ve valizini, papağanını alarak kasabadan ayrılıyor ve başka bir yerde yaşamaya başlıyor, kütüphanede iş buluyor. Ve bir gün yine aşık oluyor… Hayatında hiç tatmadığı duyguları tadıyor, özgürlüğünü yaşayarak kendini güzel hissediyor. Yaşadığı aşktan çok fazla ders çıkarıyor. Sonrasında başına korkunç şeyler geliyor. Kitabın sonundaki olayın da gerçek mi hayal mi olduğunu yazmadığı için yazarımız, büyük bir merak ve boşluk içinde kapatıyorsunuz kapağı.

Kısacası, eğer alıp okuyacaksanız, zamanınızı daha güzel bir kitaba ayırmanızı tavsiye ediyorum...

ayrac2
 ---altını çizdiklerim---

Bazen hayallerimzin hayal olarak kalması gerekir, bu bizim için daha iyi olabilir. Dualarımız, dileklerimiz kıskanç bir Tanrı tarafından cevaplandırılabilir. Dileklerimize kavuştuğumuzda bir yığın sorunun, hatta belanın da başlayabileceğini unutmamalıyız. (sf 67)

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Kır Çiçeği Tepesi - Kimberley Freeman

Temmuz 25, 2016
Kitabın adı: Kır Çiçeği Tepesi

kir_cicegi_tepesi_kitap_yorumuYazarı: Kimberley Freeman

Çevirmen: Duygu Parsadan

Yayınevi: Arkadya yayınları

Sayfa sayısı: 540

Bestseller romanlara karşı birçok okuyucu önyargılı bakar; konularının basit, ve okumanın da zaman kaybı olduğunu düşünenler. Kır Çiçeği tepesi kesinlikle bu önyargıyı yıkacak nitelikte bir kitap. İnsanı derinden etkileyen, bazı yerlerde çok duygulandıran, bitirene kadar elimden bırakamadığım, harika bir romandı. 

Konusu şöyle. İki ana karakterimiz var: Beattie ve Emma. Yaklaşık 1 asır arayla yaşayan bu torun ve büyükkanenin hayat hikayelerini ayrı ayrı bölümler halinde okuyoruz.  Beattie, 20li yıllarda gençliğinin baharında olan bir kız. Aşık olduğu sevgilisi Henry'den hamile kalıyor. Henry aslında, pek sevmediği başka bir kadınla evli.

Beattie'nin evlilik dışı bebeğini  aldırma süresi  geçince mecburen ailesi öğreniyor. Ailesi eski zamanın bağnaz ve tutucu insanlarından oldukları için, Beattie'yi evde istemiyorlar. O da bebeğini doğurana kadar kalacağı, doğurduğu bebeği de bir aileye evlatlık vereceği bir kurumda kalmaya başlıyor. Fakat Henry onu buluyor ve birlikte Londra'ya kaçmak istiyor. Karısını terk etmişve aşık olduğu kadınla yeni bir hayat kurmak istiyor. Fakat işler Beattie'nin umduğu gibi gitmiyor...

divider_ribbon2

Diğer ana karakterimiz de Emma. Ünlü bir balerin, ama ayağını sakatladığı için bir daha bale yapamayacak. Bu durumdan dolayı çok umutsuzuğa düşüp hayat enerjisini yitiren Emma, ailesinin yaşadığı Avustralya'ya gidiyor. Ölen büyükannesinin ona bıraktığı çiftlik ve eski evle ilgilenerek oyalanıp acısını unutacağını düşünüyor. Büyükannesi Beattie bu eve mektuplarını, fotoğraflarını, hayatına dair her şeyi kutulayarak saklamış. Emma bu evi temizlerken, büyükannesiyle ilgili çok şaşırtıcı gerçekler ve sırlar keşfediyor.

Konu, bu çerçevede ilerliyor ve kesinlikle bitirene kadar elimizden kir_cicegi_tepesi_kimberley_freemanzor bırakıyoruz. Bir kadının çekebileceği acıları, zorluklara ve dayatmalara rağmen nasıl umuduğu koruyabildiğini görüyoruz ve karakterlerin yaşadıkları tüm duyguları kendi içimizde hissediyoruz. Fakat gözlemlerime şunu da eklemeliyim ki Beattie karakteriyle ilgili çıkardığım şey, yaşadığı birçok olumsuzluğun sebebinin duygulrını kontrol edememesi ve duyguları ile karar vermesi olduğuydu....

Yani bu sürükleyici kitaptan çıkarılacak birçok ders var. karakterlerin hayat tecrübelerini kendiniz yaşamışçasına hissedeceksiniz.

ayrac2
Altını Çizdiklerim

Dünyada iki çeşit kadın vardır, Beattie: Bir şeyler yapanlar ve kendisine bir şeyler yapılanlar. Sen ilki olmayı dene. (sf 45)

Bir kitabı bir kez okudun mu, sen ve o bir ömür boyu birbirinize ait olursunuz. (sf 76)

…Şimdiyse sahip olduğum tek şey gözyaşlarımdı ve onlardan son derece sıkılmıştım. (sf 86)

‘’Lucy,’’ dedi Beattie, ‘’üzgünüm tatlım, ama buradan çıkıp yürümeye devam etmek zorundayız.’’

‘’Neden?’’

‘’Çünkü işler sarpa sardığında,  güçlü insanlar yollarına devam ederler.’’ (sf 141)

Gözyaşları hiçbir zaman bizden izin almaz. (sf 278)

Yaşlı insanlar hakkında yapabileceğimiz en büyük yanlış, bir zamanlar onların da genç olduğunu unutmaktı. (sf 421)

24 Temmuz 2016 Pazar

Mutsuz Olmak Günahtır -Mustafa Çay

Temmuz 24, 2016
Kitabın Adı: Mutsuz Olmak Günahtır
Mutsuz Olmazk Günahtır
Yazarı: Mustafa Çay

Yayınevi: Çay Yayınları

Sayfa Sayısı: 406

Bana kişisel gelişimi sevdiren, mutlu olmayı gerçekten öğreten kitaplardan biri Mutsuz Olmak Günahtır. Elimden bırakamadım ve neredeyse bütün cümlelerin altını çizmek istedim. Bu kitabı keşfedip okuduğum için kendimi çok şanslı hissediyor ve şükrediyorum.

Kişisel gelişim kitaplarının sıkıcı ve birbirinin aynısı olduğu düşüncesine sahipseniz, Mutsuz Olmak Günahtır kitabını okuduğunuzda bu düşünceniz tamamen değişmiş olacak. Çünkü ilk sayfadan son sayfaya kadar hiç sıkmadan, esprilerle, benzetmelerle, mutlu olma alıştırmalarıyla, samimi bir şekilde yazılmış cümleleriyle bitmesini hiç istemeyeceğiniz bir kişisel gelişim kitabı okumuş olacaksınız.

Mutsuzluklarımızın ve moral bozukluklarımızın çok büyük kısmının ne kadar gereksiz olduğunu, gülümseyerek yaşamak varken boş yere nasıl da kendimizi harap ettiğimizi, mutluluğun bir yaşam biçimi olduğunu ve ne kadar gerçek ve ulaşılabilir olduğunu gösteriyor kitap; okurken her bir sayfada bunların farkına vardım. Çok olumsuz düşünen ve mutsuz bir insan değildim zaten. Ama buna rağmen sanki karanlıklar içindeymişim ve bu kitapta okuduklarımla yavaşça aydınlanıp ferah bir yaşama çıkıyormuşum gibi hissettim. Her şeye rağmen mutlu olmak, her şeye rağmen inancını yitirmeyip derin umutsuzluklara kapılmamak nedir, bunu öğretti kitap bana. Boş yere mutsuz olan insanlara çığlıklar atıp onları sarsmak, kendilerine getirmek istiyorum. Boşu boşuna hissedilen acılara saplanıp kalmanın, zaten sınırlı olan zamanımızı ne kadar kalitesiz hale getirdiğini fazlasıyla anladım. Neyse, daha fazla uzatmadan altını çizdiğim cümlelere geçiyorum, Mutsuz Olmak Günahtır kitabını mutlaka ama mutlaka okunması gerekenler listeme aldığımı söylememe bile gerek yok sanırım :) İyi okumalar...



---altını çizdiklerim---

Bunu görmek için uzaklara bakmanız gerekmez. Kendi yaşamınıza bir bakın. Hak ettiğiniz hayatı yaşıyor musunuz? Duygularınız size mi, yoksa bambaşka etkenlere mi bağlı? (sf 12)

Bu yüzyılda, duygularımız eğer bu kadar zayıfsa, küçücük bir olay bizi hemen yere serebiliyorsa, içindeki milyarlarca nöronu saydığımız beynimiz hakkında her şeyi biliyor ama kullanamıyorsak, gerçekten acınası bir durumdayız demektir. (sf 14)

Şu ana kadar neler yaşadığınızın, kim olduğunuzun ve nasıl bir karaktere sahip olduğunuzun bir önemi yok. Her kim olursak olalım, her an değişim fırsatı bizimle birliktedir. (sf 25)

Gerçekler değişebilir. Değişmesi en zor olan şeyler ise, zihnimizin içindeki gerçeklerdir. Ve sanıldığının aksine, hayatımızı dışımızdakiler değil, tamamen içimizdekiler şekillendirir. (sf 38)

Eğer biri gitmek istiyorsa, onu zorla tutmamalısınız. Bu kural duygularımız için de geçerlidir. Duygular bize kene gibi yapışmazlar. Aksine duygular saman alevi gibidir. Hızla etkisini kaybeder. Ama siz o alevin üzerine benzin dökerseniz, yangın hiç bitmeyecektir. (sf 77)

Olaylar ve duygular da tıpkı hamsi gibidir. Sıcağı sıcağına tadını alırız ya da vermemiz gereken tepkiyi sıcağı sıcağına veririz. Eğer olay yaşanıp bittikten sonra hala devam ettiriyorsak, o zaman kabak tadı vermeye başlar. (sf 94)

Bu dünyada en iyi anlaşacağınız insan, kendiniz olmalısınız. Eğer kendinizle mükemmel bir arkadaş olmayı, zihninizin içinden geçenleri denetleyebilmeyi başarırsanız, hayata gerçekleştiremeyeceğiniz çok az şey vardır diyebiliriz. (sf 135)

Hayatta karşımıza acılar çıkar. Üzülürüz, baş etmeye çalışırız, ağlarız ama bir şekilde biter. Hepimizin yere düştüğü, yaralandığı anlar vardır. Çok canımız acır, ağlarız, gerçekten de zor bir durumdur. Ama pansuman yapılır ve o yara kısa bir süre içinde kaybolur gider. (sf 150)

Özgürlük, bir kölenin hayali olduğuna göre, demek ki bizim de yaşamda hangi konularda köle olduğumuzu fark edip bu konularda özgürleşmemiz gerekecektir. (sf 236)

Büyük beyinler, büyük şeylerle uğraşır. Küçük beyinler ise, diğer küçük beyinlerden birkaç santim daha büyük görünmek için haklılık savaşı verirler. (sf 254)

Bütün acıların bir son kullanma tarihi vardır. (sf 262)

Ben insanın herhangi bir konuda güçsüz ve mutsuz olmasının kabul edilebilir bir yanı olduğuna inanmıyorum. Zayıf güçleneceksiniz. Her ne durumda olursanız olun, sizden çok daha kötü durumda olan ve yaşamlarını değiştiren milyonlarca insan var. (sf 265)

Eğer her şey yolundaysa, zaten her şey yolundadır. Ama bir şeyler ters gidiyorsa, bunda da mutlaka bir hayır vardır. (sf 278)

Kendinize daha yüksek standartlar belirleyin. Ne demek, ‘’Ben yenilmeye mahkum muyum?’’ Eğer yenildiysen kalkarsın ayağa ve tekrar denersin. (sf 283)

Diğerleri çocukça cahillikler yaparken ,sizn de onlar gibi olmanız gerekmiyor. Yetişkin ve olgun bir insana yakışan davranışlarda bulunun. (sf 295)

Kendinize, ‘’Bu gerçekten önemli mi?’’ diye sorduğunuz zaman o problemin pek de kafanıza takmaya değmeyecek bir şey olduğunu görmeye başlarsınız. (sf 297)

Değişim oyununun ilk hamlesi bulunduğunuz çevreyi değiştirmektir. Eğer sizi sınırlandıran bir çevrede bulunuyorsanız, zincirlerinizi kırmanız oldukça zordur. Ayaklarınızda zincirler varken yürüyemezsiniz. Bütün değişimler, bir vazgeçişten sona başlamıştır. Eğer olduğunuz yerden ayrılmayı göze alamıyorsanız, yeni yerler keşfedemezsiniz. Eğer değişim riskini göze alamıyorsanız, o zaman ‘’Benzeme Yasası’’ sizi bulunduğunuz ortamlara ve koşullara uyarlayacaktır. Herhangi bir şeye alışmak konusunda son derece başarılıyızdır. O yüzden değişme kararını bir an önce vermezseniz, kaçmak istediğiniz şeye kısa sürede benzemeye başlarsınız. (sf 330)

Bilmemiz gereken en önemli şey, hayatımızın kontrolünün bizim elimizde olmasıdır. Eğer kontrol elimizden çıkıp giderse, hayatımızı bizim dışımızda bazı güçler şekillendirmeye başlar. (334)

Doğru seçimler yapmak, hayatımızın kontrolünü ele almak demektir. Yanlış seçimlerde ise kontrol artık bizim elimizde değildir. (sf 335)

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Cam kavanozdan perili mumluk yapımı

Temmuz 23, 2016
Çok basit malzemeler kullanarak yapılacabilecek, otantik ve masalsı görünümlü bu mumluğu nasıl yaptığımı anlatmak istiyorum. :)

Çalışmanız bittiğinde aşağıdaki gibi bir masalsı ve otantik görünümlü mumluğunuz olacak...

perili-mumluk (6)

Kullanılacak malzemeler:)

  • Cam kavanoz

  • Tutkal

  • Fırça

  • Peçete

  • Alüminyum folyo bant

  • Sim

Artık çalışma aşamalarına geçebiliriz...

1. Fırçayla daha rahat sürebilmek için tutkalı birazcık sulandırıyoruz. Kullandığınız tutkal miktarının yaklaşık 5te biri kadar su ekleyebilirsiniz.Çok sıvı olmayacak ve rahat sürülecek kıvama gelene kadar bu oranı kendiniz de ayarlayabilirsiniz.





2.Tutkalı,fırça yardımıyla kavanozumuzun yüzeyine sürüyoruz.

3.Sonra da peçeteyi tutkalın üzerine yapıştırıyoruz; kavanozu peçeteyle kaplıyoruz.


4.Peçeteyi sardıktan sonra yine peçetenin tamamına tutkalı fırçayla sürüyor ve kurumaya bırakıyoruz.


5.Bu sırada mumluğunuzda görmek istediğiniz resmi, sadece dış çizgilerini içerecek şekilde, alüminyum bandın üzerine çiziyoruz. İsterseniz benim yaptığım gibi, bandın beyaz kısmını sıyırıp, parlak bilgisayar ekranına bantlayarak şeklin izini çıkardıktan sonra beyaz kağıdı tekrar yapışkan folyoya yapıştırabilirsiniz. (Bulduğum birkaç alternatifi de sizlerle paylaşmak istedim.)



6. Böyle çok daha düzgün bir şekil çıkarabilirsiniz. Beyaz kısmı tekrar yapıştırdıktan sonra, çizdiğimiz kısmın sınırlarından itibaren bandı düzgünce keserek şeklimizi elde ediyoruz.


7. Ardından, bandı yerinden çıkarıp kavanozun içine yapıştırıyoruz. Bu arada, mum sıcaklığından etkilenmemesi ve kolay yapışması bakımından alüminyum folyo bandı tercih ettim.


8.Kavanozun kapağına da küçük bir delikle başlayarak geniş bir boşluk açıyoruz.; sonraki fotoğraflarda bu deliğin genişliğini göreceğiz. Tornavida ve çekiç kullanabilirsiniz bunun için.

-Kapağın üzerini istediğiniz şekilde süsleyebilirsiniz; ben kitap sayfası yapıştırmayı tercih ettim.


9. Kuruyan kavanozumuzu süslüyoruz. Ben parmağımla üst ve alt kısımlara tutkal sürüp, yine parmağımla, çok yoğun olmayacak şekilde simler sürdüm. Gri veya beyaz sim güzel duracaktır.
- Sonra kavanozun ağız kısmına jüt ipi (hasır ip) sardım ve ipe bir kolye ucu geçirerek kurdele şeklinde bağladım.

ve perili mumluk hazır....




Garez-Griffin Hayes

Temmuz 23, 2016

garezKitabın Adı: Garez


Yazarı: Griffin Hayes


Çevirmen: Derya Öztürk


Yayınevi: Panama Yayıncılık


Baskı Yılı: 2015


Sayfa Sayısı: 336


Okuduğum en sürükleyici ve ürkütücü korku-gerilim kitaplarından biri. Hemen bitirdim ve ne çabuk bitti diye düşündüm, bu kadar sürükleyici ve sizi içine alan bir kitabın o kadar kısa olmaması gerekirdi.


  Konusuna gelirsek, art arda cinayetlerin işlendiği küçük bir kasabada tuhaf olaylar gerçekleşmeye başlıyor. Cinayet kurbanlarından birisi de kasaba şerifinin karısı. Şerif, karısının cinayet değil intihar nedeniyle öldüğünü düşünmek istediği için, geçmiş yıllarda da aynı kasabada aynı korkunç şekillerde öldürülen insanların dosyasını tekrar açmayı da reddediyor. Fakat ne kadar gerçeklerden kaçmaya çalışsa da bir şekilde ürkütücü gerçekler su yüzüne çıkıyor. Bir yandan, şerifin kızı Samantha ve kasabaya ailesiyle birlikte yeni taşınmış olan Lysander da bu olayların içine çekililiyor. Samantha ve Lysander, son derece ürkütücü şeyler keşfedip kimsenin tahmin edemediği korkunç olaylarla karşılaşıyorlar. Ruhlar, lanetler, reenkarnasyon gibi bir takım doğa üstü unsurlarla birlikte, hem polisiye hem gerilim diyebileceğimiz bir kitap aslında.


  İçinde bulunduğunuz dünyadan sizi alıp tamamen o kasabaya ve ürkütücü olaylara çekiyor. Bir solukta okuyabileceğiniz, harika kurgulanmış, çok heyecanlı bir korku-gerilim kitabı. Bu türü seviyorsanız mutlaka okumanız gereken kitaplardan biri Garez.

Korkmayın bu kadar insanların yanınızdan gitmesinden

Temmuz 23, 2016
Fairy-clip-art-free-clipart-images-8Merhaba, nasılsın? Çok az ve çok kıymetlidir hiçbir sıkıntımızın olmadığı huzurlu günlerimiz. Vicdanımızın tam anlamıyla rahat olduğu, kimseye kırgın olmadan, iyi bir şeyler yaparak geçirdiğimiz günler. Her neyse, bugün bir şeyler hakkında konuşmaya çok ihtiyacım var. Saat 00.13 şu an. Televizyon ışığında oturmuş limonata içerken buraya yazıyorum ve iyi hissediyorum. Duygular hakkında konuşmak istiyorum biraz; dostluktan ve yakınımızdaki insanları algılayış biçimimizden, terk edilmek ya da bizden uzaklaşan insanlardan ve bu hislerimizi ölçülü bir şekilde yaşayabilmekten bahsedeceğim.

Aret Vartanyan’ın TV programını izlerken pembe bir post-it’e şu cümleyi not etmişim: ‘’Kendi hayatımızı yok etmeyelim. Korkmayın bu kadar insanların yanınızdan gitmesinden. Bu değersizlik hissinden başka bir şey değil. Siz o kadar değersiz misiniz ki, yanınızda olan kişinin öyle hemen gitmesinden korkuyorsunuz. Neden o korkmuyor da siz korkuyorsunuz? Bir insandan her şey beklenmez. ‘’

Hayatında çok değer verdiğin insanlar var değil mi; hiç hayatından dusunmekçıkıp gitmesini istemediğin, hep sana destek olsun ve seninle konuşsun istediğin kişiler. Ailen, dostların, sadece selam verdiğin arkadaşların, belki sevgilin, iş arkadaşın, öğretmenin, vb. hiç terk edildiğin oldu mu peki? Durduk yere sana küsen insanlar, senden uzaklaşmaya başlayan dostların, yeni arkadaşlar bulan ve seni unutan dostların, hiç önemsiz bir meseleden sana tavır alan konuşmayan yakınların… Çok fazla olumsuz şey saymış oldum. Ama bunların birçoğunun farklı farklı versiyonlarını her gün her insan yaşıyor. Haklı ya da haksız nedenlerle hayatımızdan uzaklaşan insanlar.

Bağlılık psikolojimiz ve bunun verdiği duygusallık, böyle terk edilme ya da artık değer görmeme durumlarında hüzünlü ve güçsüz hissetmemize yol açıyor. Bir an, o meşhur boşluğa düşüyoruz ve kabullenemiyor, öfkeleniyoruz; veya biz de küsüyor ya da intikam hissiyle doluyoruz.

Bunu hissiyatları tecrübe ediyor olduğunu hissettiğin anda bilinçlenmek ve gerçeklere dönmek için kendini zorlamalısın. Çünkü böyle kritik ve duygusal anlarda hepimiz, ilkel davranışlar gösterme eğilimine gireriz ve durum ne kadar kötü olursa olsun kontrol etmek kendi elimizdedir.

Eğer bir insan istenmiyorsa bunu hisseder veya karşısındaki insan bunu ona hissettirir. Eğer kişi değer verdiği bir şeye tutunmuşsa, bunu abartmışsa ve bu abartığı insan onu sevmemeye başlamış, uzaklaşmış ya da terk etmişse, bağlılığını abartan kişi git gide daha çok fedakarlık gösterir ve artık o insanın yanında kalması için bin dereden su getirmeye hazırdır. Ben bu durumu gerçekten hiç sevmiyorum. Ne böyle bir muamele görmeyi ne de insanlara böyle davranmayı tasvip etmiyorum. Bunu yaşayan insanları kendine getirmek, boş yere üzülmelerine engel olmak istiyorum, ama bir insan duygularını ancak kendine kontrol altına alabilir.

Dikkat edersen, ‘kendini adamak’ gibi bir şey olan bu durumu en çok ilişkilerde görülür. Sevgi açlığını ve onaylanma ihtiyacını gidermek için bir ilişkiye başlayan insanlar, karşısındaki ondan uzaklaşıp onu terk ettiğinde ya da başkasıyla birlikte olduğunda, sanki onu yaşama bağlayan makinenin fişi çekilmiş gibi hisseder.

Böylesi terk edilme ya da değersiz hissetme durumlarında sakin kalmak çok önemlidir. Eğer sen kendi değerinin, hayattaki duruşunun, ‘’birey’’ olduğunun farkındaysan, kimseye tutunmaman gerektiğini de bilirsin. Herhangi biri hayatından gittiğinde, kendi değerin eksilmiş gibi hissetmek yerine, hayatına aldığın insanlara artık daha çok dikkat etmen gerektiğini öğrenip, yine kendi ideal yaşanına dönmen lazım. O zaman korkmazsın kimsenin yanından gitmesinden. Kişiliğine zarar verip seni yok edecek ilişkiler içersine girmez, bireyselliğini korur ve insanlar yanından gittiğinde de dünyanın sonu gelmiş gibi davranmazsın.

Şimdi şöyle bir bak bakalım. Onsuz yaşayamam yarım kalırım dediğin birileri var mı? Vaktinin çoğunu ayırıp düşüncelerinde de sürekli yer alan, söylediği her bir cümleye aşırı dikkat ettiğin, çok kıskandığın birileri var mı? Eğer var diye düşünüyorsan, kırmızı alarmları çalıştırıp bazı düşüncelerine yön vermen gerektiğini bilmelisin. Kendini bu saydığım duygularla ilgili eğitmelisin, bunu ancak kendine yapabilirsin. Çünkü düşünce tarzına yön verebilme becerisi sadece kendi kendine ortaya çıkarabileceğin bir güç.

Aslında tam olarak şunu demek istiyorum: değer verdiklerini gerçekten önemseyip üzerine titreyebilirsin. Ama asla bağlanıp tutunmaman gerekir; bu her kim olursa olsun, ebeyevnlerin için bile böyle düşünmelisin. Çünkü hayatında hiç kimse, gerçekten hiç kimse, bir şeylerle tek başına mücadele etmek durumunda kaldığında yanında bitecek iyilik melekleri değiller. Herkesi hayatına bir yere kadar dahil etmelisin. Sonsuz gibi görünen muhteşem dostluk ve kankalık hisleri bile, birinden biri uzaklara gidip yeni arkadaşlar edinince bozuluyor…

Diğer insanlara endeksli bir hayatı yaşamaya devam ettiğim sürece, zaten mutlu olma şansım yok.

Tatlı Hayat - Stefano Benni

Temmuz 23, 2016
Kitabın adı: Tatlı Hayat

Tatlı Hayat - Stefano BenniYazarı: Stefano Benni

Çevirmen: Özge Parlak Temel

Yayınevi: Efil Yayınevi Yayınları 

Sayfa Sayısı: 248

Baskı Yılı: 2013

Merhabalar. :) Taşlama sanatının öncülerinden biri olan İtalyan yazar Stefano Benni’nin, okuduğum ilk kitabı olan Tatlı Hayat Margherita Dolcevita ile karşınızdayım. Son derece etkileyici, çok derin fikirler içeren ve bunu taşlamalar ve mizahla okuyucuya ileten, eğlendirici, düşündürücü ve bilinçlendirici bir kitaptı Tatlı Hayat.

Margherita, çok renkli bir hayal dünyasına sahip, 14 yaşında bir genç kız. Muhteşem ir çocukluk geçirmiş. Anne babası, 2 erkek kardeşi, büyükbabası ve tuhaf köpeği Pisolo ile birlikte, kırsal bir yerde orta halli, huzurlu, eğlenceli, güzel bir yaşam sürüyor. Ta ki bir gün, evlerinin yanındaki arsaya modern yapıda bir ev inşa edilene kadar.

Margherita’nın Küp Ev olarak adlandırdığı bu yeni inşayı yaptırıp buraya taşınan Del Bene ailesi çok zengin. Margherita’nın ailesi bu zengin komşularla tanışıp kaynaştıklarında, aile bireyleri yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Modern hayatın ipnozuna kapılıp git gide Del Bene’lere benziyorlar. Del Bene ailesi lüks yaşam uğruna doğayı hiçe sayan, tüm böcekleri katledip ağaçları kesen, çingene kamplarını yok edip ırkçı düşüncelere sahip, kendi rahatları upruna doğal olan her şeyi bozan, tuhaf bir aile. İnşa ettirdikleri Küp Evlerinde çok üst düzey teknolojiler kullanıp ve yapay oksijen ve suni bitki gibi şeyler yaptırıyorlar ve bunu yaparken de doğayı hiçe sayıyor, hipnoz edici modern hayat unsurlarını çevrelerine de yayıyorlar.

Yazarımız Stefano Beni, olayları Margherita’nın anlatımı ile aktarıyor bizlere. Doğayı nasıl katlettiğimizi, önüne geçmediğimiz sürece her geçen gün kötüye gittiğini, savaşların düşünce yapısını ve tüm bunların, bizlerin nasıl hipnotize edilerek gerçekleştiğini aktarıyor. Mizahi unsurlarla arada güldürüyor da. Ve muhteşem betimlemeler yapıyor. Buna örnek bir cümle yazmak istiyorum 11. sayfadan: ‘’…saçları çok seyrektir, bu durumu da taşıma yöntemiyle gizlemeye çalışır. Bunun için sol kulağı yakınlarında yaşayan iki bin saç telini silah altına almış ve onları sağ yarım küredeki ıssız çöle göç etmeye zorlamıştır. Böylece, kafatasına aşırı dozda briyantinle yapıştırdığı kıldan bir eşarp elde etmiştir. ‘’ :)

Yani kısacası, ben çok etkilendim bu kitaptan. Okuyan herkese yeni bakış açıları kazandırıp önemli farkındalıklar katacağını düşünüyorum ve bir an önce okumanızı tavsiye ediyorum. Çeviri de gerçekten başarılı ve akıcı. Bazı kitaplardaki gibi zorlama bir çeviri değil, espriler bile öyle güzel uyarlanmış ki Türkçemize..

Şimdi, kitabı daha iyi anlatabilmek için önsözden birkaç alıntı yaptıktan sonra altını çizdiğim cümlelere geçeceğim…

‘’Margherita’nın fantastik dünyasından yola çıkan yazar, insanoğlunun materyalist tutkuları ve aşırı tüketime olan eğilimi sonucu toplumda iyiden yiyiye belirginleşen yozlaşmayı ve gderek daha da ciddi boyutlara ulaşan doğadaki bozulmayı gözler önüne seriyor. ‘’

‘’günümüzde yaptığı söyleşilerde kendini önce mizah ustası, daha sonra yazar olarak hissettiğini belirten Beni, taşlama edebiyatının zamana karşı dayanıklı olduğunu, bu yöntemle geçmişte yaşanan korkunç olayları resmi bir arşivden çok daha iyi bir şekilde insanlara aktarabildiğini vurgulamaktadır.’’



ayrac
---altını çizdiklerim---

Hayatım sürprizler ve merakla, ışık ve karanlıkla dolu olsa da kendimi yapayalnız hissediyordum, tıpkı sadece çocukken hissedildiği gibi korkunç bir şekilde yapayalnız. Aynı zamanda ertesi gün bir kraliçe olarak uyanacağımın umudunu da taşıyordum. (sf 8)

Okula gitmek için erken kalktığım her sabah içimden, birileri tüm bunların bedelini ödeyecek, diye geçiriyordum. (sf 19)

Gerçekten şimdi düşünüyorum da, izlediğimiz tüm filmleri, televizyon yayınlarını ve çocuk oyunlarını bizi güldürmek ve neşelendirmek için yapıyorlar. Zaten ancak bu sayede sonraki bölümleri takip ediyor ya da o programlarla ilgili bize pazarladıkları tüm zımbırtıları satın alıyoruz. (sf 21)

Sadece uyuduğumuz zaman hepiz eşitiz, her birimiz renkli girdaptaki çaresiz düş gezginleriyiz. Ne düşlediğimizin bir önemi yok, yoksa hepimiz çoktan hapishaneyi boylardık. İşte bu yüzden’’çok kızgın uyandım’’ demek doğru değildir, çünkü gerçekte önce uyanmışsındır, sonra bir iki saniye içinde  zihninde seni sinirlendirecek sebepler üretmişsindir. (sf41)

Del Bene’ler çağımızın bakteriyolojik silahıyla bizi ele geçirmeye çalışıyorlardı. Bezginlik. Yaşamayı beklemek yaşamın kendisinden daha az yorucu diye düşünmemize neden olan da zaten aynı silah. (sf 92)

Ben, zekanın, özgürlük arayışının, Eros’un ve dans salonlarının sonsuza dek var olacağına inanıyorum. Ancak, ‘umut’ sözcüğünü artık telaffuz etmek bile istemiyorum. (sf 164)

İşte sanat böyle bir şey. Seni diri diri yiyip bitirmek isteyen rutinden olabildiğince kaçmak..(sf 174)

NLP Zihninizi Kullanma Kılavuzu - Nil Gün

Temmuz 23, 2016
Kitabın Adı: NLP-Zihninizi Kullanma Kılavuzu
Npl Nil Gün
Yazarı: Nil Gün

Yayınevi: Kuraldışı Yayınları

Sayfa Sayısı: 223

Rafta Nil Gün ismini görür görmez elime aldım bu kitabı. Nil Gün, Youtube'daki videolarıyla ve eşi Saim Koç'la birlikte sunduğu Sorun Ne programıyla kişisel gelişime ilgi duymamı sağlayan, değerli cümleleri, pozitif enerjisi ve o güzel gülümsemesi ile bana yaşama enerjisi veren, cümlelerine sürekli ihtiyaç duyduğum tatlı bir kadın. Okuduğum ilk kitabı da NLP Zihninizi Kullanma Kılavuzu. 

NLP, yani Neuro Linguistic Proggramming kavramının ne gibi  uygulamalar içerdiğini bilmiyordum; birkaç yerde ismini duymuştum o kadar. Bu kitap, NLP'nin ne demek olduğunu, duygularımızı ve davranışlarımızı nasıl kontrol edebileceğimizi, düşüncelerimizi nasıl yönlendirebileceğimizi ve hayatta her alanda NLP'yi nasıl kullanabileceğimizi öğretiyor; hayata dair birçok noktaya değinip öğütler veriyor.

Nil GünNil Gün'ün o  enerjik sesi ve pozitif gülümsemeleri cümlelerine de yansımış.

Sadece NLP'yi anlatan sıkıcı bir kişisel gelişim kitabı değildi. Aksine, farklı konulara değinerek, samimi bir dille, NLP2yi bize tanıtırken, daha doğrusu öğretirken, mutlu olmak hakkında da birçok şeye değiniyor. Zihnimizi tutsak eden şeylerden kurtulmak, boşu boşuna yaşadığımız endişe ve korkulardan kurtulmak, sosyal fobiyi ve sınav heyecanını yenmek gibi birçok alanda işimize yarayabilecek ve kendi kendimize uygulayabileceğimiz NLP yöntemlerini de olabildiği kadar anlatıyor. Bana, kişisel gelişime dair çok şey kattı bu kitap. Kendimi bu yönde geliştirip daha güzel yaşamak için enerji vererek bireysel gelişime olan ilgimi daha da arttırdı.
 ayrac  

---ve altını çizdiklerim---

Terapi denilen şey aslında kişinin yaşantısıyla derin ilişki kurabilmeyi öğrenme becerisidir. (sf 17)

Davranış, kişinin varlığının kendisi değildir. Öyle olsaydı, geçmşiimizde yaptığımız hataları bugün aynen sürdürüyor olurduk. (sf 36)

Esneklik, yaptığınız işe yaramıyorsa, farklı şeyler denemeyi göze alabilme yeteneğidir. Hep aynı şeyi yapıp bu kez farklı sonuçlar beklemek ise Einstein'ın delilik tanımıdır. (sf 41)

...Duyarlı insan duygularının yönetimini sağlılı bir şekilde yapabilern, başkalarının duygularına da aynı özeni gösterebilen kişidir. Duygusal kişi ise ssadece kendi duıygularını önemser ama onları sağlıklı bir şekilde ifade edemez. (sf 58)

Kendi doğamız ve yaşam biçimimiz arasındaki açı ne kadar büyükse, kendi doğamıza ne kadar uyumsuz yaşıyorsak mutsuzluğumuz, nevrozumuz o kadar fazla olur. (sf122)

Hiç kimse diğerinin duygularından sorumlu değildir. Başkalarının duygularının sorumlusu olduğumuza inanmak bize gereksiz bir yük taşıtır. Bizi ''kurtarıcı'' kimliğine mahkum eder. Başkalarının mutluluğundan sorumlu olmak, onun duyguları incinmesin diye gösterilen aşırı hassasiyet zor ve yorucudur. Kişi, başkalarını mutlu edeceğim çabası içinde kendi duygularını yaşayamaz, kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelebilir. Duygularımızın sorumluluğunu başkalarına verdiğimiz zaman da ''kurban'' rolünü oynarız. (sf 127)

Kişinin, seçimlerini, olanaklarını, ihtiyaçlarını kurallara dönüştürmesi hayatı sınırlar. (sf 129)

''Ben zekiyim'' diyorsam, tek bir zekice seçim yapmadığımda kendimi kötü hissederim. Ama ben ''zeki olan'' bir insansam, bazen aptalca davranışlarda bulunma hakkına sahibim. Böyle durumlarda bilinçaltı ara sıra ''yanlışlar'' yapmama göz yumar. (sf 136)

Hayatta mutlu olmak kolay. Hayatı zorlaştıran olumsuz bakış açımızdır. Mutluluk iç dünyamızla dış dünyamız arasında uyum kurabilmektir. (sf 179)

Hayatlarını, kendi istekleri yerine başkalarınınkini karşılamaya odaklanmış insanların sıkça depresyon yaşaması bundandır. Depresyon, düşük enerji ile yaşamda var olma halini tanımlar. Amaçsızlık da kişinin enerjisini azaltır. Kişi amaçsızca birtakım ''eğlencelerle'' kendini geçici olarak oyalasa da gittikçe tükendiğini hisseder. Bir süre sonra hayattan zevk alamaz hale gelir. (sf 201)

22 Temmuz 2016 Cuma

Bir İpek Böceği Masalı- Daniel Wallace

Temmuz 22, 2016
Bir İpek Böceği Masalı’nı raftan çekip elime aldığımda kapağına bakar bakmaz çok gizemli bir hikaye okuyacağım hissine kapılmıştım; yanılmamışım.

Bir ipek bocegi masaliBaş karakterlerimiz, 2 kız kardeş; Rachel ve Helen. Rachel’in gözleri hemen hemen hiç görmüyor ve dış görünüşü çok güzel. Ablası Helen ise, bedensel açıdan hiçbir sağlık sorunu olmamasına rağmen çok çirkin bir dış görünüşe sahip. Helen, kız kardeşini çok kıskanıyor; o korktuğunda veya kötü hissettiğinde mutlu olacak kadar çok kıskanıyor ve küçüklüklerinden beri Rachel’e kasaba hakkında yalan ve korkunç hikayeler anlatıp, dış görünüşünün de yüzüne bakılamayacak kadar çirkin olduğunu söylüyor. Anne babalarını Rachel’in gözlerini iyileştirme çabalarına da gizli gizli engel oluyor. Fakat bir gün anne babaları da ölüyor.

2 kız kardeş, Helen’in, Rachel’in durumunu suistimal ederek anlattığı yalan yanlış şeyler yüzünde kavga ediyorlar ve zavallı Rachel evi terk ederek alıp başını gidiyor. O gittikten sonra Helen, onu bulmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor.

Hikaye genel olarak bu olaylar çerçevesinde gelişiyor. Okurken hiç sıkılmayacağınız, sonraki sayfada ne olacağını çok merak edeceğiniz, başarılı kurgulanmış, biraz doğaüstü gizemli olaylar ve biraz da duygusallık içeren İpek Böceği Masalı kitabını okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.
ayrac2

---altını çizdiklerim---

''Eğer burada olsaydı umudunu yitirmemeni söylerdi.Her şey değişir, her zaman böyle olmuştur...'' (sf 77)

''Mutlu olmak, mutlu olduğunu göstermekten daha az zahmetliydi.'' (sf 283)

Melekler Sokağı – Shelia Roberts

Temmuz 22, 2016
Akıcı ve eğlenceli, ama çok da mükemmel diyemeyeceğim bir kitap Melekler Sokağı. Olayların ne şekilde sonuçlanacağını tahmin ediyor, ama yine de okumaya devam ederek merakınızı gidermek istiyorsunuz.

melekler_sokagi Ana karakterlerimiz 3 kadın:

Emma: Kırkyama dükkanının sahibi; ama işleri son derece kötü gidiyor ve zaman geçtikçe umutsuzluklara kapılıyor.

Sarah: Tatlı Şeyler Fırını’nın sahibi. Evli ve torunları var.

Jamie: Çikolata Evi dükkanının sahibi. Eski kocasından şiddet görmüş, aşka inanmak istemeyen bir kadın. Şimdi de, eski kocasıyla aynı mesleğe sahip olan, polis memuru Josh’asaşık olmak üzere. Jamie, Tatlı şeyler fırınının sahibi Sarah’nın yeğeni.

Birbirlerine çok yakın dost olan bu 3 kadın, bir gün kasabada bir organizasyon başlatıyorlar; her gün 1 iyilik yapma hareketi. Bu iyilik çemberi git gide genişleyerek çok güzel sonuçlar doğuruyor. Neyse, daha fazla ayrıntıya girmeyeyim : )

Debbie Macomber’ın Mucizeler dükkanı serisine benziyor aslında; o seriyi okuyanlar da fark edecektir; ama Debbie’nin kitapları kat kat daha heyecanlı ve karmaşık kurgulara sahip.

Her neyse; Melekler Sokağı, Dostluğu, aşkı, sevgiyi oldukça pozitif bir şekilde işleyen, mutlu sonları seven ve bu tarz, pembe dizi tadındaki kitaplardan hoşlananlar için sürükleyici ve akıcı olabilir.Ben genel olarak olumsuz yorum yapmayacağım ama insanı düşündüren bir kitap değildi.

Daha derin ve gerçekçi, yani olayları okuyucuya daha iyi yansıtankitaplardan hoşlananların zaman kaybı olarak göreceği bir kitap Melekler Sokağı.
ayrac2

---altını çizdiklerim---

Birkere aşk masalının çirkin yüzünü gördün mü, yeniden bu masala inanan biri olmak gerçekten zordu. (sf 36)

Testosteron seviyesi tavan yapmış iri erkekler yapan arılarına benzerdi. Akılları yavaş işliyordu. (sf 38)

Cadılar Bayramını eskisi kadar seviyordu hala; çünkü Cadılar Bayramı gecesi canavarların sahte olduğu tek geceydi. (sf 67)

Baskının bir adamı ne zaman ele geçireceğini, ne zaman insan doğasındaki aşırı şiddet ve karanlığın onun kafasını sıyırmasına yol açacağını ve onu karanlık birine dönüştüreceğini nasıl bilebilirdin ki? Büyük bir riskti. Bu konuda kumar oynamak yalnızca aptalların yapacağı bir işti… (sf 172)

İyi bir kalp, ufak bir beyinle hiç de iyi bir kombinasyon oluşturmuyordu. (sf 183)

Yaraları, artık üzülmektense güvende olmayı öğretmişti ona. (sf 228)

Üç Renkli Deniz – Wally Lamb

Temmuz 22, 2016
Üç Renkli DenizMerhaba sevgili kitapseverler. Uzun zamandır, Üç Renkli Deniz kadar kalın bir roman okumamıştım. 756 sayfalık bir kitabı muhtemelen uzun sürede bitiririm diye düşündüm ama öyle akıcı, heyecanlı ve gerçekti ki bitmesini hiç istemedim ve o 756 sayfa kısacık bir kitapmışçasına bitti. Şimdi de karakterleri özlediğimi fark ediyorum; insanın içine işleyen hemen hemen her kitapta insan bu duyguyu hissediyor zaten.

 

ayrac


Kısaca konusundan bahsedeyim. Çok uzun bölümlerden oluşuyor kitap. Her bir bölümde, Orion Oh ve ailesi teker teker, kendi hayatlarından ve doğal olarak aile içinde yaşananlardan bahsediyor. Arada daha farklı ve Oh ailesine mensup olmayan karakterlerin anlattıklarına da rastlıyoruz.


Orion Oh’un karısı Annie Oh, eğitim almamış olmasına rağmen başarılı ve çok ünlü bir ressam; yeteneği geç keşfedilmiş. Annie, resimlerinin sergilendiği bir galerinin sahibi olan Viveca adındaki kadına aşık olup, kocası Orion’u terk ederek New York’a, Viveca’nın yanına taşınıyor. Annie’nin bu eşcinsel ilişkisine ailenin 3 çocuğu ilk başlarda tepki gösteriyor; fakat sonra saygı göstermeye başlıyorlar.


Bu süreç içerisinde, Annie’ye ait bazı sırlar ve çocukluğuna dair bazı gerçekleri öğreniyoruz.
Kitaptaki her bir sahne öyle gerçekçiydi ki, kimi kısımlar hissettirdiği şeyler dolayısıyla insana iğne gibi batan farkındalıklar veriyor. Cinsel sapıklıklar, pedofili, veya homoseksüelliğe dair çok geniş bir bilinç duygusu katıyor.
Yani kısaca, hayatımda okuduğum en etkileyici ve mükemmel kitaplardan biriydi. Her bir olayı yaşıyormuş gibi hissettirdiği için çok değerli tecrübeler ve çok geniş bakış açıları kazandırdı.


Hiç ama hiç sıkılmadan, bu kalın kitabın son cümlesini okuyup da kapağını kapatınca bir süre kendinize gelemeyecek ve bittiğini kabullenemeyeceksiniz.


ayrac


---altını çizdiklerim---
Erkek arkadaşının ona tokat atmasının bir seferlik olduğuna kendisini inandırmaya çalışan genç kıza, ya da başka erkeklerle se *s yapmanın onu heyecanlandırmasına rağmen gerçek bir eşcinsel olmadığını kendi kendine anlatmaya çalışan genç çocuğa. ‘Elini uzat.’ derdim onlara. ‘Şimdi yüzüne yaklaştırmaya başla. Daha yaklaştır.’ Ve elleri burnunun bir santimetre uzağındayken, gördüklerini anlatmalarını isterdim.’ ‘Bulanık’ derlerdi ve bende bazen duruma ne kadar yakınlaştırırsak tanımlamanın o kadar zor olacağını söylerdim.(sf 138)


Belki de cehennem, hapishaneden daha kötü olacaktı. Böyle düşünerek, ölmeden önce telefonu aldım ve Rahip Joe’yu aradım. Telefonda ağlayarak, ölmekten korktuğumu söyledim. Sanırım iş ciddileşince, bu dünyada yaşamanın berbatlığını öldükten sonra yaşayabileceklerime tercih ettim. (sf 618)


…evet, benim hayal ettiğm gibi bir hayat olmayabilir ama bu da bir hayat. (sf 721)


Geçmişe bakabilirsin ama oraya takılmamak lazım. (sf 735)


Paronayak biri olman, birinin seni takip etmediği anlamına gelmez. (sf 737)

Gündüzsefası-Sarah Jio

Temmuz 22, 2016
gunduzsefasi-kitap-yorumuKitabın Adı: Gündüzsefası

Yazar: Sarah Jio

Çevirmen: Duygu Parsadan

Yayınevi : Arkadya Yayınları

Sayfa Sayısı: 360

Baskı Yılı: 2014

Sarah Jio’nun okuduğum ilk kitabı olan Gündüzsefası’nın yorumuyla  karşınızdayım arkadaşlar. :)

Kısa sürede okuyup bitirdim; sürükleyici, heyecanlı, merak ettirici bir kurguya sahipti.

Hepinize  şiddetle tavsiye ettiğim  Gündüzsefası romanında, konu, ailesiyle ilgili bazı derin acıları unutabilmek ve biraz olsun yaslarını unutup hayata dönebilmek  için Tekneler Caddesi’ndeki yüzen evlerden
birini kiralayan Ada’nın yaşadığı olaylar ve kiraladığı evde bulduğu eski bir sandık çerçevesinde gerçekleşiyor.  evde bulduğu bu eski hatıra sandığını inceliyor Ada. Sandığın içindeki eşyalar, yıllar önce Ada’nın kiraladığı o evde yaşamış olan Penny’ye ait.   Ada, Penny’nin uzun zaman önce gizemli bir şekilde kaybolduğunu ve kasaba halkının da bu konuda konuşmamak için yemin ettiğini öğrenince Penny’nin geçmişini ve neden kaybolduğunu daha da çok merak ediyor, bazı araştırmalar ve çıkarımlar yaparak, kasabada yakınlaştığı insanlara sorular soruyor, Penny’ye ne olduğunu, neler yaşadığını öğrenmeye çalışıyor.

Ada bu araştırmasıyla oyalanırken yepyeni insanlarla tanışıyor, aşkı sorguluyor ve gerçekten de acılarının üstesinden gelmeyi biraz olsun başarabiliyor. Kitabın sonunda  hayretten ağzım açık kaldı; hiç beklenmedik gerçekler ve hatıralar su yüzüne çıkıyor ve aklımızın ucundan bile geçmeyecek bağlantılar la karşılaşıyoruz. Hoş bir kurgu, duygusal açıdan hissettirdikleri, heyecanlı olaylar ve farklı konusuyla Gündüzsefası kitabını kesinlikle herkese tavsiye ediyorum.  İyi okumalar…

ayrac2


---altını Çizdiklerim---

Küçük ve ucuz bir restoranda gece ikiye kadar nasıl oturduğumuzu hatırladım. Ve hayatın en güzel yanlarının, en karanlık anlardan doğduğunun nasıl farkına vardığımı da. (sf 129)

Yıllarımı mutluluğun peşinden koşarak geçirdim. Ama mutluluk büyümene yardım etmez. Bunu sadece mutsuzluk yapar. (sf 195)

O gün göldeyken, bir kuş gibi olmak istediğimi fark ettim. Beni dibe sürükleyen koşullardan fazlasıyla etkilenmeye bir son vermek istedim. Bu, bazı şeylerin yas tutmaya değmediği anlamına gelmiyor. Yasını tutman için yeterince zamanın oluyor. Bunu ben de yaşadım. Ama hayatımın ona göre şekillenmesine izin vermek istemedim. (sf 232)

Keşke birileri bunu bana uzun zaman önce söyleseydi. Küçük bir kızken, büyüyünce her şeyin mükemmel olacağını sanırdım. Ama benim için öyle olmadı. (sf 273)

Sevginin Son Dileği - Debbie Macomber

Temmuz 22, 2016

sevginin-son-dilegi-kitap-yorumuKitabın Adı: Sevginin Son Dileği


Yazarı: Debbie Macomber


Çevirmen: Nilgün Birgül


Yayınevi: Martı Yayınları


Sayfa Sayısı: 464


Merhabalar sevgili kitapseverler! :) En çok sevdiğim ve birkaç yıldır, kitapları elime geçtikçe okuduğum yazarlardan biri olan Debbie Macomber'ın Küçük Mucizeler Dükkanı serisinin 7. kitabı olan Sevginin Son Dileği'ni bitirdim. Bu serinin kitaplarını aralıklı olarak okudum sırasıyla; hepsi birbirinden heyecanlı ve sürükleyiciydi. Şimdi, sırasıyla kitapların isimlerini yazmak istiyorum:



1. Küçük Mucizeler Dükkanı

2. Bir Yumak Mutluluk

3. Bahçemde Yeşeren Umutlar

4.Mucizeler Dükkanı'na Dönüş

5. Bir Dilekle Başladı Her Şey

6. Yeni Başlangıçlar Mevsimi

7. Sevginin Son Dileği

8. Çiçeklerimi Rüzgara Verdim

9. İyi ki Geldin
10. Bir Buket Aşk


Aylar önce Yeni Başlangıçlar Mevsimi'ni okumuştum; geçtiğimiz gün de Sevginin SonDileği'ne rastladım kütüphanede. 8, 9 ve 10. kitapları da bir an önce sırasıyla okumak istiyorum; onların da öncekiler kadar mükemmel bir kurgusu olduğuna eminim. :)


Küçük Mucizeler Dükkanı serisinde ilk kitaplardan itibaren baş kahramanlar genellikle kadındı; onların kısmen birbiriyle bağlantılı, merak ettiren, çeşit çeşit duyguları yaşatan yaşamları çerçevesinde gelişiyor olaylar. Fakat Sevginin Son Dileği'ndeki baş kahramanımız bu kez bir erkek;  bir klinikte çocuk doktoru olan Michael.


Şimdi konudan bahsetmek istiyorum biraz. Michael'in karısı Hannah, kanser sebebiyle hayatını kaybediyor. Michael bu acıyı uzun süre atlatamıyor ve büyük boşluk için giriyor. Karısının ölümünün üzerinden 1 yıl geçtiği gün, Hannah'nın yazmış olduğu ve ölümünden tam 1 yıl sonra Michael'ın okumasını istediği bir mektup geçiyor eline. Bu duygusal mektup Michael'e Hannah'yla iletişim kurabildiği hissini veriyor; mektup onu tekrar hayata döndürüyor, Hannah'nın mektupta yazdıklarını günlerce düşünüyor, yeni başlangıçlar yapmaya karar veriyor. Esas heyecanlı olaylar, bu kararlarından sonra başlıyor.


ayrac


--birazcık spoiler--


Hannah mektubunda Michael'e, hayata dönüp acılarını unutarak kalbini başka birine açması gerektiğini, evlenmesi ve hayatını acılara bağlı olmadan yaşaması gerektiğini yazmış. Hatta bu evlilik tavsiyesi adına, kendi tanıdığı ve güvendiği  3 kadından oluşan bir eş adayı listesi yapıyor. Michael bu mektubu defalarca okuyup üzerine iyice düşünüyor, sonunda, ölen karısının bu dileğini yerine getirmeye karar veriyor. Listedeki 2 kadınla birden flört etmeye başlıyor. O sırada listedeki diğer kadınla da tanışmanın bir yolunu buluyor. Sonradan tanıştığı o kadından hiç hoşlanmıyor ve hiç tahmin etmediği bir aşk yaşıyor.


ayrac


--ve genel yorumlarım--


Daha önceki seriler kadar heyecanlı bulamadım ben Sevginin Son Dileği'ni; çünkü olayların ne yönde gelişeceği kesin bir şekilde bellli oluyor; bir de Debbie'nin ana karakterinin bir erkek olmasına alışkın olmadığım için ben birazcık garipsedim açıkçası. Ama yine de hoş ve heyecanlı bir aşk hikayesi, merak ettiren bir olay örgüsü var. Serinin diğer kitaplarıyla kıyasladığınızda biraz zayıf kalıyor gerçekten.  Ama yinede, siz de benim gibi, bir seriyi atlayarak okuyamam diyenlerdenseniz mutlaka okuyun; zaten olaylar sürükleyici olduğundan hemen bitiyor kitap.


Önceki serilerdeki kadın karakterler hakkında da ufak ufak bilgilere rastlayabiliyoruz. Mesela, Michael'ın flört ettiği kadınlardan birisi, daha önceki kitaplardan tanıdığımız Alix karakteerinin çalıştığı, Blossom Sokağı'ndaki Fransız Kafesinin sahibiydi.


Her neyse, seriyi atlamamak için mutlaka okuyun derim ama fazla beklenti içine de girmemeli. Umarım sonraki kitaplar, en az ilkleri kadar heyecanlı ve mükemmeldir. :)


Sonraki yorumumda görüşmek üzere, iyi okumalar...