Yazarı: Sylvia Plath
Çevirmen: Handan Saraç
Yayınevi: Kırmızı kedi
Sayfa sayısı: 256
Yıllardır ismine birçok yerde rastladığım Sylvia Plath'in tek romanı olan Sırça Fanus'u sonunda okudum. Oldukça akıcı, sürükleyici, uyandırıcı bir kitap Sırça Fanus. 30 Yaşında intihar etmiş olan yazarımız Sylvia Plath bu kitapta kendini konu almış, intihar etme düşüncesini, depresyonu, bir kadının toplumla çelişen düşüncelerini derin ve akıcı bir şekilde işlemiş.
Kitapta, üniversite öğrencisi bir kızın yaşamını birinci kişi anlatımından okuyoruz. Esther Greenwood isimli bu genç kız çok ünlü bir moda dergisinde stajyer olarak çalışıyor. Fakat hayat onu bazı karmaşık düşüncelere sürüklüyor ve bazı hastalıklı fikirler içinde buluyor kendini.
Çevresindeki herkes Esther'i akıl hastası olarak görürken, o içindeki çığlıkları kimseye açamıyor, uykusuzluklar çekiyor, farklı arayışlara giriyor. Sylvia Plath kitabında, hayatını ve toplumu, erkekleri sorgulamış kimi yerlerde-Yıllardır birçok insanın farkına varamadığı bazı gerçekleri Esther Greenwood üzerinden bizlere aktarmış.
Sade anlatımıyla bir çırpıda okunan, ölmeden önce okunması gereken kitaplar gibi listelerde mutlaka olması gerektiğini düşündüğüm, bana birçok farkındalık ve yeni düşünceler katan, Sylvia Plath'in intihar etme sürecinde aklından geçirdiklerini de kısmen anlamamı sağlamış olan bir kitaptı Sırça Fanus.
Bir kadının zamanla nasıl psikolojik sorunlar yaşadığı ve bu süreçte içinde bulunduğu ruh hali, yaşadığı bunalımlar en yalın şekilde aktarılmış.
Kitapta evlilik ve erkekler hakkındaki kimi cümleler de düşüncelerime tercüman oldu. Ve Sırça Fanus'tan, birbirinden değerli cümleler...
---altını çizdiklerim---
Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi. (sf 23)
Eğer birinden hiçbir şey beklemezsen hayal kırıklığına uğramazsın. (sf 63)
Kendimi duygusuz ve boş hissediyordum, aklım, paramparça olmuş hayallerimin kırıntılarıyla doluydu. (sf 65)
Erkekler elbette bir kızı kendileriyle sevişmesi için kandırmaya çalışacak ve onunla evlenmeye söz ereceklerdi ama kız razı olur olmaz da ona olan tüm saygılarını kaybedecek ve bunu kendileriyle yaptıysa başka erkeklerle de yapabileceğini söyleyip kızın hayatını zehir edeceklerdi. (sf 85)
Hiç evlenmek istemeyişimin nedenlerinden biri de buydu. Hayatta en son istediğim şey sonsuz güvenceye kavuşmak ve okların atıldığı yay olmaktı. (sf 87)
Biliyordum ki bir erkeğin evlenmeden önce bir kadına yedirdiği akşam yemeklerine, verdiği güllerle öpücüklere karşılık olarak gizliden gizliye istediği tek şey, evlilik işlemleri biter bitmez kadının Baya Willard'ın mutfak paspası gibi ayaklarının altına serilmesiydi. (sf 89)
Yılın önümde uzanan günlerini bir dizi parlak, beyaz kutu gibi görüyordum, bir kutuyu öbüründen siyah bir gölge gibi ayıran şey uykuydu. Yalnız benim için bir kutuyu bir sonrakinden ayıran gölgeler birdenbire kaybolmuştu ve önümde uzanan günleri beyaz, geniş, alabildiğine ıssız bir yol gibi görüyordum. (sf 133)
Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, 'iyiyim' demenizi beklemeleridir. (sf183)
Eğer düşeceksem, hiç değilse elimden geldiği kadar uzun bir süre küçük zevklerime tutunacaktım. (216)
Bir erkeğin egemenliği altında olmanın düşüncesinden bile nefret ediyorum. Bir erkeğin dünyada hiçbir kaygısı yokken, benim karşımda, beni hizada tutmak için bir sopa gibi asılı duran bebek konusu var. (sf 228)
Artık kendi kendimin kadınıydım.
İkinci adım uygun bir erkek bulmaktı. (sf 230)