Kitabın adı: Tanrıkadın
Yayınevi : Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 335
Baskı Yılı: 2012
Feyza Hepçilingirler'in okuduğum ilk kitabıydı Tanrıkadın. Şu ana kadar okumamış olmak büyük bir kayıpmış benim için, en çok etkilendiğim kitaplardan birisi oldu, mutlaka okunması gerekenler listeme girdi.
Baş karakterimiz, Ayşe'nin şehirler arası otobüs yolculuğuyla başlıyor kitap. Yoksulluk içinde büyümüş, darbe döneminin sıkıntılarını çekmiş, kendini eğitmiş, düşünceleri uğruna mücadele etmiş bir kadın. Bir zamanlar hayatına giren bir erkekten telgraf alıyor ve malum şehirlararası otobüse biniyor. Yolda, binbir düşünceye dalıp hayal gücünün de etkisiyle müthiş cümleler eşliğinde hayal gücünü, içindeki hisleri okuyoruz Ayşe'nin. Telgrafın çağırdığı yere gittiğinde ise, birçok sürprizle ve hayatın çeşitli yönlerini görmüş 2 kadınla daha karşılaşıyor. Öğrendiği gerçeklerle, iç dünyasında kurduğu hayaller tamamen yıkılıp yerini buruk bir kabullenişe bırakıyor.
Kadınların iç dünyasına inen, darbe dönemine değinip aşkı ve aldanışları da işleyen, sürükleyici ve elimden bırakamadığım, bittiğinde çok üzüldüğüm bir kitap Tanrıkadın. Ve sanırım, şu ana kadar en çok alıntı yaptığım kitaplardan biri oldu.
---altını çizdiklerim---
‘’Yaşam, son derece sade bir şeydir. Ona derin anlamlar katmaya kalkışarak karmaşıklaştıran sizlersiniz. En çok doğum üzerinde değil de ölüm üzerinde düşünmeniz bundan. Oysa doğum sevgidir, ölüm nefret. ‘’ sf. 47
‘’Ölüm mü? Çabuk gelsin, kolay gelsin; çünkü böyle geldiği zaman hoş gelmiş olacaktır. Ama ölüm, ancak korkakların isteyebileceği bir kaçış yolu. Savaşımda güçlerini yitirmişlerin düşleyebileceği son sığınak. Ben ölüme karşı gelerek, ondan korkmayarak yeneceğim kendimi. Korkaklar ölümü isterler. ‘’ sf. 68
‘’Herkes sanır ki büyük insan olmak zordur. Değildir. Asıl zor olan, sıradan insan olmak ve bunu bilinçle, benimseyerek, daha önemlisi severek sürdürebilmektir. ‘’ sf. 97
‘Bir dostun yanında her şey kolay gelir, felç bile…’’ sf. 120
‘’Toprağın karalığı sindiğinden üstümüze, acıyı kardeş edindik; yası kuşandık. Sevinç hiç sunmadı bize kendini; bize kalanlarla yetindik. ‘’ sf.132
‘’İnsanlar, tek başlarına gidip parklardaki banklara, deniz kıyısındaki taşlara neden otururlar? Ne ararlar orada; kimi bulacaklarını umarlar? Kendisiyle kalmak mıdır amaç, kendisinden kaçmak mı? Hiç kimse yaptıkları ve yapamadıkları için suçlanmamalı. Kişiliğini kendi mi seçer insan, birikenlerden oluşarak yapışıp üstünde mi kalır insanın? ‘’ sf.133
‘’Ev kadını, bundan öte bir tek şey olabilir artık: sokak kadını. Sokak kadını olduğunda yitirdiği tek şeyin namusu olduğu sanılır ya, yanlış! Tam o zaman namuslu olmaya başlamıştır. Çok daha namusla, çok daha mertçe yapılan bir iş, sokak kadınlığı. Hizmetine karşılık para istemek, dünyanın neresinde namussuzluk olabilir? Ev kadını aynı işi yaparken boğaz tokluğuna çalışır. Gereksindiği parayı bile birtakım dolambaçlı yollardan istemek zorunda. Verdiği hizmet aynı olmasına karşın işi bittiğinde alamaz parasını. Erkeğin en az gerilimli, en rahat olduğu anı kollar. Kaçar dövüşür. Parayı, yaptığı ‘iş’in karşılığında hak ettiğini açıkça söylemez. Söylemesi, onu hemen o hor görülen sokak kadınlığına yaklaştıracaktır çünkü. ‘’ sf. 167
‘’Uzuyorsa ışıksız göklerin karanlığı, karanlıkta kalmak yazgılaşıyorsa umarsızlığı daha ne kadar sırtlamak, daha ne kadar başkaları olmak?
…
Kendisini aramamışsa yıllardır, şimdi aramaya durmuşsa bulacak; başka yolu yok. Herkes açıp kapısını, penceresini başkalarını bağırsın yeryüzüne; belki sağır gökler duyar seslerini. O da Ayşe’yse eğer bağıracak kendisini. Şimdiye kadar olduğu gibi çaresiz almayacak. Kaderini başkalarının çizmesine izin vermeyecek artık; vermemeli.’’ Sf. 182
‘’Her gün doğmasına bakıp aldanmamalı. Hiçbir gün, bir önceki doğuşunu yaşatmaz güneş; hiçbir gün bir önceki ya da bir sonraki değildir. Hele bugün… bugün, başka hiçbir güne benzemeyecek. ‘’ sf. 210
Belki de değişmenin zamanı geldi artık. Hep aynı ‘ben ‘ olmak zorunda değil. Kendisine kısır döngüler yaratan, dönüp dönüp bitiş noktasına geldiğini gördükçe karamsarlaşan, karamsarlaştıkça yeniden aynı noktada dönmeye başlayan, ve hiç ilerlemeye, bir adım bile gitmeyen. Neden? Başka yaşam yok mu? O başka yaşamın başka ‘ben’leri? Hep eni boyu belli ve daracık bir yerde mi dönecek böyle? Başka bir yaşam, bu şimdiki ‘ben’i alıp içine, öğütemez mi, küflerinden, paslarından arındırıp yoğurarak yeniden biçimlendirilemez mi?’2 sf.216